Amerika’nın koalisyon güçleri ile birlikte Afganistan’dan çekilmesi ABD içinde epeyce hararetli tartışmaları başlattı. Çekilme süreci Obama döneminde gündeme gelmiş, Trump döneminde Taliban ile yapılan anlaşma ile şekillenmişti ancak uygulaması Biden döneminde gerçekleşti. Haliyle eleştirilerin hedefinde Biden var. Biden’a yönelik eleştirilerin şiddeti ülkenin Taliban’a teslim edilmesi, Kabil havalimanında ABD askerlerinin giderayak sivilleri öldürmesi ve genel olarak ekranlardan bütün dünyaya taşan korkunç görüntüler sebebiyle giderek arttı.
20 yıl Afganistan’da asker bulunduran ülkelerdeki insanların “Hani Amerika’daki evimizde güven içinde yaşamamız Afganistan dağlarında radikal örgütlerle savaşmayı gerektiriyordu?” diye sorması da şaşırması da normal. Sonuçta, Afganistan’a müdahale eden ülkeler siyaset, medya, akademi, filmler ve diziler dahil kitlelerin görüşlerin şekillendiren bütün araçlar üzerinden bu tezi işlemişti. Binlerce kilometre ötede güvende olmak için Taliban ile savaşılması gerektiğine inanmış kitlelere Afganistan’ı Taliban’a emanet edip çekilmenin gerekliliğini kısa sürede anlatmak hiç kolay değil!
Ancak diğer taraftan Biden yönetiminin her yere asker gönderip, diplomasiyi geri plana atan dış politika anlayışını devam ettirmeyeceği biliniyordu. Biden’ın seçim kampanyası döneminden beri verdiği mesajlar İran gibi Amerikan toplumuna şeytanlaştırılarak sunulan dosyalar başta olmak üzere bütün çetrefilli süreçlerde yumuşak güce ve diplomasiye yöneleceğini gösteriyordu.
Nitekim ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi şok etkisi yaratsa da Foreign Policy, Washington Post, Time gibi önemli mecralarda Biden’ın politikasını destekleyen dikkat çekici makaleler yayınlanıyor.
Okuduklarım arasında en çarpıcı olanı Time’da çıkan ve özetle, “Neden kazanamayacağımız savaşlara asker gönderip duruyoruz?” diye soran makale. Elbette Amerikan bakış açısıyla yazılmış ve yer yer “demokrasi, insan hakları gibi Amerikan değerlerini talep etmeyen halklara bunu bedel ödeyerek öğretmeye çalışmak bize zarar veriyor” serzenişleri hissediliyor. ABD bütün askeri müdahalelerini işgal ettiği ülkenin hayrına yapıyormuş gibi, o ülkelerin demokrasiden yoksun oluşlarına dayanamayıp müdahale etmiş gibi, uluslaşma sürecini başlatamamış ülkelerde devletin kurumsallaştırılması ve hükümetlerin belirlenmesi halklara bırakılıyormuş gibi… Bu müdahalelerin petrolle, enerji kaynakları ile, bölgesel nüfuz savaşları ile hiç alakası yokmuş gibi yer yer insanı çileden çıkaran “üstten üstten analizler/yorumlar”…
Yine de her yıl “bir yerlerde savaş çıkar mı?” diye gözümüzü dikip izlediğimiz ABD’de “Vietnam’dan, Irak’tan, Afganistan’dan ders alma vakti. Neyi yanlış yapıyoruz? Bu ülkelerde taraf olduklarımız dostlarımız mıydı? Düşman olduklarımız gerçekten bize, bizim değerlerimize düşman mıydı?” gibi soruların sorulması oldukça olumlu.
Ancak bütün bu tartışmalar, makaleler, Biden’ın ekibinin verdiği ‘öncelikli olan diplomasi’ mesajları ABD’nin Irak ve Suriye başta olmak üzere bölgedeki bütün askeri varlığını çekmesi olarak değerlendirilmemeli.
Sonuçta Afganistan’da şartlar farklıydı. Yıllardır devam eden sıcak savaş ve bu nedenle orada tutulan yüz binlerce asker ve personel vardı. Bunun maliyetinin birkaç trilyon dolara ulaştığını Amerikalılar söylüyor.
ABD güçleri Irak ve Suriye’de her ne kadar IŞİD ve radikalizm ile mücadele gerekçesi ile bulunuyor olsalar da her iki ülkedeki askeri varlığın maliyeti Afganistan ile kıyaslanamayacak kadar düşük. Yine Irak’ta ve Suriye’de iş birliği yaptıkları yerel güçler/hükümetler/idareler var. Bu nedenle, can kaybı veya genel olarak askeri personelin karşı karşıya olduğu riskler de Afganistan’a göre oldukça az.
Mesela Irak’ta hem İran’a hem ABD ve Körfez ülkelerine eşit mesafede durmaya çalışan bir hükümet, savaştan yorulmuş ve yeni krizler istemeyen bir halk var. IŞİD başta olmak üzere radikalizm hâlâ çok büyük tehlike olsa da herhangi bir ülkenin rehabilitasyonla vakit kaybetmek gibi bir niyeti yok. Hâlâ hedefleri yer altına çekilmiş, hücre tipi yapılanmaya geçmiş veya küçük küçük saldırılarla kendilerini zaman zaman hatırlatan militan gruplar.
Ayrıca Biden, İran ile müzakere kanallarının açılacağını birçok kez duyurmuşken ve İran da ambargolar, ekonomik kriz, iç huzursuzluklar gibi sorunlarla boğuşuyorken iki ülkenin de Irak topraklarında karşı karşıya gelmekten uzak durması oldukça olası.
Ancak ne ABD’nin ne de İran’ın Irak’ı boş bırakmaya niyeti var. Bu nedenle, en azından ABD’nin Irak’ta az sayıda ancak etkili askeri mevcudiyet planına geçtiğini biliyoruz. ABD, Irak’taki varlığını Kuveyt başta olmak üzere bölge ülkelerindeki askeri üslerine dağıtıyor bir süredir.
Peki Suriye’den çekilir mi? Çekilirse Kürtlerin durumu ne olur? Aslında bu soru Biden seçildiğinden beri soruluyor. ABD’nin Suriye’de 900 kadar askerinin olduğu söyleniyor. Suriye’de zaman zaman SDG ile IŞİD karşıtı operasyonlar yapıyor olsa da ABD’nin Suriye’deki varlığının maliyeti Afganistan bir tarafa Irak’ın yanında bile sözü edilemeyecek kadar düşük.
Ancak IŞİD ile sıcak savaş biteli çok oldu. Rusya ve Şam epeydir ABD’nin Suriye’deki mevcudiyetinin gerekçesinin ortadan kalktığını ve çekilmesi gerektiğini söylüyor. Buna karşılık ABD’nin yerel müttefiki olan SDG sık sık “sıcak savaş bitti ancak IŞİD ve radikal örgütler hâlâ var” diyor. Haklılar da…
Mesela, SDG kontrolündeki bölge içinde kalan El Hol başta olmak üzere ‘mülteci kamplarında’ 10 binden fazla IŞİD militanı veya sempatizanı olduğu, kamp içinde propaganda faaliyetleri yürüttükleri, kendilerine karşı duranları infaz ettikleri biliniyor. Ayrıca kamplardan ve bu radikallerin ailelerinin tutulduğu eski okul binaları gibi yerlerden sık sık firarlar olduğu da basına yansıyor. SDG’ye göre ABD kalmalı çünkü IŞİD hâlâ var ve şekli/yöntemi değişmiş olsa da savaş hâlâ devam ediyor.
Muhtemelen ABD de Suriye’deki Rus varlığı, sınır diğer tarafındaki İran nüfuzu ve yaklaşan seçimler öncesi milliyetçi kitleyi heyecanlandırmak isteyen AKP hükümetinin sınır ötesi operasyon niyetlerini değerlendiriyordur ve mevcut duruma bakılırsa Suriye’den tamamen çıkmak gibi bir niyeti yok.
Ancak ABD’nin Irak ve Suriye’deki varlığının İran ile müzakerelerle şekilleneceğini, Rusya gibi güçlere karşı diplomatik süreçlerde elini güçlü tutmak için sembolik de olsa askeri varlık tutmak isteyeceğini gözden kaçırmamak gerek.